26 Aralık 2014 Cuma

DOLAŞIM SİSTEMİ VE RAHATSIZLIKLARI

Sizler için dolaşım sistemi ve bu sistemlerin birbirleri ile bağlantıları ve vücudumuzdaki etkileri üzerine bir yazı hazırladık. yazımızda dolaşım sistemi organları hakkında ayrıntılı bilgi vereceğiz, görevlerine ve işlevlerine değineceğiz. 

Dolaşım Sistemi Organları 



Tıp biliminde dolaşım sistemleri bütününe, kardiyovasküler sistem adı verilir, bu sistem vasıtası ile bünyemize giren her türden maddelerin vücuttaki dolaşımını sağlayan organ sistemidir. Şimdi dolaşım sistemlerimizin tıp tarihi açısından keşfine giden tarihsel süreci inceledikten sonra, sırasıyla bu sistemleri ve etkilerini inceleyelim. 


Dolaşım Sisteminin Keşfi, Tarihçe
 




M.Ö. 4. yüzyılda, kalbin kapakçıkları Hippokrat okuluna bağlı bir hekim tarafından keşfedilmiştir. Fakat, kapakçıkların görevi o dönemlerde anlaşılamamıştır. Ölümden sonra, kan venlerde (toplardamar) toplandığından, arterler (atardamar) boş görünür. Bu nedenle antik anatomistler bu damarların hava ile dolu olduğunu düşünmüş ve bu damarların hava dağıtma görevine sahip olduğu kanısına varmışlardı.
Herofilus venler ile arterleri ayırsa da, nabzın doğrudan arterlerin bir özelliği olduğu düşünmüştür. Ersistratus yaşam sırasında kesildiklerinde arterlerin kanadığını gözlemlemiştir. Buradan da arterlerden kaçan (çıkan) havanın yerini kanın, venler ile arterler arasındaki küçük damarlar aracılığıyla, doldurduğunu düşünmüştür. Böylece kan akışını ters olarak düşünse de, ilk kez kılcal damar fikrini ortaya atmıştır.

M.S. 2. yüzyılda Yunan hekim Galen kan damarlarının kan taşıdığını bilmekteydi ve venöz (koyu kırmızı) ve arteriyel (açık kırmızı ve daha duru) kanı tanımlamış, görevlerinin farklı ve ayrı olduğunu belirtmişti. Büyüme ve enerji, karaciğerde kilüsten oluştuğuna inandığı venöz kanın özellikleriyken, arteriyel kan kalpten gelmekteydi ve hava içerdiği için canlılık vermekteydi. Kan oluştuğu (yaratıldığı/üretildiği) yerlerden vücudun tüm bölümlerine akar ve buralarda tüketilirdi. Kalbe veya karaciğere giden kanın geri dönüşü yoktu. Kalp kanı pompalamadığı gibi, kalbin hareketi diyastol sırasında kanı emmekteydi ve kan arterlerin (kendi) nabızları sayesinde hareket etmekteydi. Ayrıca, Galen arteriyel kanın, venöz kanın sol karıncıktan sağa 'gözenekler' yardımıyla geçmesi ve havanın da akciğerlerden pulmoner arter yoluyla kalbin sol tarafına geçmesi sonucu oluştuğunu düşünmekteydi. Arteriyel kan oluştuğu sırada 'isli' (duman rengi) buharların oluştuğunu ve bunların yine pulmoner arter yardımıyla, dışarı verilmesi için, akciğerlere geçtiğini de düşünmüştür.

İbn Nefis, 1242'de, insan vücudundaki kan dolaşımını doğru biçimde tanımlayan ilk kişidir. Anatomik bilgisi doğrultusunda el-Nefis pulmoner dolaşım konusunda şöyle bir çıkarım da bulunmuştur:

"... kanın kalbin sağ odasından sol odasına varması gerekmektedir, fakat bu ikisi arasında doğrudan bir geçiş (yolu) bulunmamaktadır. Kalbin kalın septumu delikli olmadığı gibi, bazılarının düşündüğü gibi görünür gözenekler veya Galen'in düşündüğü gibi görünmeyen gözenekler içermez. Kan kalbin sağ odasından vena arteriosa (pulmoner arter) aracılığıyla akciğerlere akar, maddelerine dağılır, hava ile karışır ve arteria venosadan (pulmoner ven) geçerek, kalbin sol odasına ulaşır..."
Bunun dışında kalbin ihtiyaç duyduğu oksijen ve besinleri koroner arterler yoluyla aldığı yönünde bir önerme de ortaya atmıştır.


1552'de ise Michael Servetus aynı tanımı yaptı ve Realdo Colombo da bunu kanıtladı. Yine de tüm bu sonuçlar genel olarak yaygın biçimde kabul edilmemişti.


Sonunda, Hieronymus Fabricius'un öğrencilerinden biri olan William Haryvey bazı deneylerden sonra 1628'de insan dolaşım sistemini keşfettiğini duyurdu ve bu konuda etkili bir kitap (Exercitatio Anatomica de Motu Cordis et Sanguinis in Animalibus) yayımladı. Bu çalışma zamanla tıp dünyasına doğru anlayışı kabul ettirdi. Harvey arterler ile venleri bağlayan kılcal damar sistemini tanımlayamamıştı; bunlar daha sonra Marcello Malpighi tarafından tanımlanmıştır.


Dolaşım Sistemi 


Dolaşım sistemi, canlılığın devamı için gerekli olan oksijenin kalp, damarlar ve kan aracılığı ile vücudun her yerine ulaşmasını sağlar.


Kan, işlevini yaparken damarlar aracılığı ile en uzaktaki hücrelere bile ulaşır. Kanın damar içerisinde sürekli bir şekilde akışı için gerekli olan itici güç dolaşım sisteminin merkezi olan kalp sayesinde sağlanır.

Dolaşım Sisteminin Olmaması 


Dolaşım sistemine sahip olmayan canlılara örnek olarak yassı solucan (Platyhelminthes filumu) verilebilir. Bu canlının vücut boşluğunda herhangi bir kaplayıcı tabaka veya sıvı bulunmamaktadır. Sindirim sistemine açılan bir ağıza sahiptirler. Sindirim sistemi birçok dala ayrılır ve solucan yassı olduğu için sindirilmiş maddeler yassı solucanın tüm hücrelerine difüzyon ile geçebilir. Oksijen sudan yassı solucanın hücrelerine difüze olabilir. Böylece her hücre gerekli besin, su ve oksijene, bir dolaşım sistemi olmaksızın, kavuşur.




Açık Dolaşım Sistemi 


Bu tip dolaşım sistemi yumuşakçalar ve artropodlar gibi omurgasızların büyük bir kısmında görülür. Bu canlılarda hemosöl olarak adlandırılan vücut boşluklarında dolaşım sıvısı organları doğrudan sarar (yıkar) ve kan (dolaşım sıvısı) ile interstisyel sıvı (doku sıvısı) arasında ayrışma yoktur. Bu birleşik sıvıya hemolenf denir. Hayvan hareket ederken oluşan kas hareketleri hemolenf hareketini sağlar fakat sıvı akışının bir bölümden diğerine olacak şekilde yönlendirilmesi kısıtlıdır. Kalp gevşediğinde kan açık gözenekler (por) aracılığıyla kalbe döner.

Hemolenf vücudun içini (hemosöl) tamamen kapsar ve tüm hücreleri sarar. Hemolenf su, inorganik tuzlar ve organik bileşiklerden oluşur. Birincil oksijen taşıyıcı molekül ise hemosiyanindir.

Ayrıca, hemosit olarak adlandırılan hücreler vardır ki bunlar hemolenfte bağımsız bir şekilde gezer ve antropod bağışıklık sisteminde rol alırlar.

Kapalı Dolaşım Sistemi


Dolaşım sisteminin ana bileşenleri kalp, kan ve kan damarlarıdır. Tüm omurgalıların ve halkalı solucanlar (Annelida filumu) ile kafadanbacaklıların (Cephalopoda sınıfı) dolaşım sistemleri kapalıdır; yani kan, kan damarlarından oluşan sistemden çıkmaz - bu damarlar sisteminin içinde dolaşır. Kan damarları arter (atardamar), kılcal damar (kapiler) ve venlerden (toplardamar) oluşur. Arterler oksijenlenmiş kanı dokulara taşırken, venler oksijenlenmemiş kanı geri kalbe taşır. Kan arterlerden venlere kılcal damarlar yoluyla geçer ki kılcal damarlar en ince ve en çok sayıdaki kan damarlarıdır.


Kapalı dolaşım sistemlerinde, açık dolaşım sistemlerine oranla, kanın dağıtımı üzerinde daha fazla kontrol vardır ve kan çok daha yüksek bir basınca sahip olabilir. Kan damarları genişleyerek (vazodilasyon) veya daralarak (vazokonstriksiyon) kanın gerekli bölgelere yönlendirilmesini sağlayabilir. Örneğin, yoğun egzersiz sırasında kan bağırsaklardan, o anda yoğun bir şekilde besin ve oksijene ihtiyaç duyan iskelet kaslarına yönlendirilebilir.


Memelilerin dolaşım sistemlerinde kan bir tam dolaşımda kalpten iki kez geçer. Pulmoner dolaşım yani küçük dolaşım, kanı kalp ile akciğer arasında taşır; sistemik dolaşım yani büyük dolaşım da kanı kalp ile vücudun diğer bölümleri arasında taşır.


Balıkların dolaşım sistemlerinde ise kan bir tam dolaşımda kalpten bir kez geçer. Kan kalpten solungaçlara pompalanır ve sonra doğrudan vücudun kalanına akar. Kan solungaçları terk ettikten sonra basıncı büyük oranda düşer; bu nedenle, memelerin dolaşım sistemine oranla, hayatî organlara kan akışı hem daha yavaş hem de daha az basınçlıdır. Bu tip bir dolaşım sistemi memelilere uygun değildir, zira bu kadar düşük basınçta böbrekler etkili biçimde çalışamaz.

Kan damarları 



Dolaşım sisteminin merkezi kalp olmasına rağmen, tüm vücut hücreleriyle kanın irtibatını damarlar sağlar. Vücutta arterler, venler ve kapiller olmak üzere 3 tip damar mevcuttur.


  1. Arterler (Atardamarlar): Kalpten pompalanan kanın tüm vücut hücrelerine taşınmasını sağlarlar. Sadece pulmoner arter dışında bütün arterler temiz kan taşır. Geniş arterler kalbe yakındır, kalpten uzaklaştıkça daralırlar ve daha da küçük olan arteriollere ayrılırlar. Arterioller arterlere nazaran daha fazla düz kas hücreleri içerirler. Bu sayede daha kolay daralıp genişlerler. Temiz kanın bulunduğu sol ventrikülden çıkıp, yukarıya doğru yükselen ana atar damar aort olarak adlandırılır. Kalbi besleyen arterler buradan ayrılır.
  2. Venler (Toplardamarlar): Venler, küçük venlerin (venül) birleşmesinden oluşur. Vücuttaki kirli kanın kalbe getirilmesini sağlarlar. Yüzeysel venler özellikle vücudun yüzeyine yakın yerlerden toplanan kanın bulunduğu alanlar olan kol ve bacaklarda bulunur.Venlerin çoğu kirli kan taşır. Bazı pulmoner venler temiz kan taşıyabilirler. Çapı 1 mm’den büyük olan venlerde genellikle tek yönlü seminular biküspit kapaklar bulunur. Bu kapaklar kanın venlerde tek yönlü ilerleyişini sağlar geri dönüşünü engellerler. Kapaklı venler, özellikle yerçekimine karşı koymak için bacaklarda bol bulunur.
  3. Kapilerler: Arteriollerin yaptığı dallanmalardır. Vücudun en küçük fakat en fazla bulunan damarlarıdır. Kapilerler, arteriol ve venöz sistemleri birbirine bağlayan ağlar oluştururlar. Kapilaer damarlar genellikle bir hücre kalınlığındadır.


Kan Dolaşımı



Kan dolaşımı pulmoner dolaşım ve sistematik dolaşım olmak üzere ikiye ayrılır. Pulmoner Dolaşım (küçük dolaşım): Kirli kanın akciğerlere götürülerek karbondioksitin uzaklaştırıldığı ve oksijence zenginleştirildiği ve temizlenen bu kanın vücuda dağıtılmak üzere kalbe getirildiği dolaşımdır.

Kalp ile akciğer arasında gerçekleşen bu işlem yaklaşık 8 saniye sürer. Sistemik dolaşım (büyük dolaşım): Temiz kanın tüm hücre ve dokulara götürüldüğü ve kirli kanın geri getirildiği kan dolaşımıdır. Kalp ile vücut arasında gerçekleşen bu dolaşım 25-30 saniye kadar sürer. Bu dolaşıma büyük dolaşım da denir.

Kan 

Yetişkin bir insan vücudunda ortalama 5-7 lt kan bulunur. Kan vücut için gerekli olan hayati maddelerin taşınmasını sağlar.Kanın fonksiyonları şöyle sıralanabilir
  • Oksijen, karbondioksit, besin maddeleri, hormonlar ve metabolik atıkları taşır.
  • Vücudun elektrolit bileşimini ve ph dengesini ayarlar.
  • Yaralanan veya hasar gören damarlardan kan kaybını pıhtılaşma mekanizması ile önler.
  • Toksin ve patojenlere karşı koruyuculuk sağlar.
  • Vücut ısısı dengesini ayarlar.

Kanın yapısı 


Kan, hücrelerden ve “plazma “ adı verilen bir sıvıdan oluşmuştur. Plazmanın büyük kısmını (%90) su oluşturur. Bu sayede hücrelerin su ihtiyacını karşılar. Plazmanın % 7’sini proteinler oluşturur.Plazmada en çok bulunan proteinler; albumin, globülin ve fibrinojenlerdir.

Albuminler, kan hacmini ve basıncını ayarlayan su tutulmasını desteklerler. Ayrıca hormon ve daha bir çok maddeyi bağlayarak plazmada taşınmasına yardımcı olurlar. Fibrinojen kanın pıhtılaşması için şart olan bir proteindir.

Globülinler alfa, beta ve gama olarak üç sınıfta incelenirler. Bunlardan alfa ve beta globülinler karaciğer tarafından yapılıp, kanda lipidler ile yağda eriyen vitaminleri taşırlar. Gama globülinler ise immunoglobülinlerdir.


Kan Hücreleri




Hücreler eritrositler (kırmızı kan hücreleri), lökositler (beyaz kan hücreleri) ve trombositlerdir. Hücrelerin % 99’undan fazlasını eritrositler oluşturur. Eritrositler kanın oksijen taşıyan hücreleridir.Lökositler vücudu enfeksiyonlara ve kansere karşı koruyan hücrelerdir. Trombositler ise kanın pıhtılaşmasında görev alırlar.


Eritrositler (alyuvarlar, kırmızı kan hücreleri)




Kandaki hücrelerin % 99’undan fazlasını eritrositler oluşturur. Eritrositler disk şeklindedir, çapları 7-8 mikrometre kadardır. Eritrosit zarlarında % 33 oranda bulunan hemoglobin, kanda oksijen taşıyan proteindir. Oksijenin yaklaşık % 99’u hemoglobin ile taşınır, geri kalan % 1’lik kısım ise kanda çözünmüş olarak taşınır. Hemoglobin eritrositlerin pembe boyanmasından sorumludur. Oksijenleşmiş hemoglobin kırmızı renklidir.Eritrositler kemik iliğinde yapılırlar. Gebeliğin son ayına kadar eritrosit yapımı karaciğerde gerçekleşir. Gebeliğin son ayından 5 yaşına kadar tüm kemiklerin kemik iliğinde üretilir. ilerleyen yaşlarda hayatın sonuna kadar azalan oranlarda eritrosit yapımı vertebralar, kostalar ve sternumda yapılır.

Lökositler (akyuvarlar, beyaz kan hücreleri)



Vücuda giren mikroorganizmalara karşı koruyucu özellikte olan hücrelerdir. Protein senleyebilirler. Lökositler granulositler ve agranulositler olmak üzere iki grupta incelenir.

  • Granulositler : Sitoplazmalarında granüllerin bulunduğu lökositlerdir. Kemoterapiden sonra geçici olarak sayıları azalır. Aşırı azalmalarda infeksiyon hastalığına bağlı ateş görülür.
  • Nötrofil : Mikroorganizmaları ya da yabancı maddeleri fagositozla yok ederler. Sitoplazmalarındaki granüller, mikroorganizmaları sindiren enzimlere sahiptirler.
  • Eozinofil : Allerjik reaksiyonlar da rol alırlar ve parazitik infeksiyonlara karşı koruma sağlayan hücrelerdir. KML’de kan ve kemik iliğinde artar.
  • Bazofil: Lökositlerin içinde miktar olarak en az bulunan tiptir. Belirli allerjik reaksiyonlara katılan beyaz küre hücrelerinden biri. KML’de bu hücreler kan ve kemik iliğinde artar.
  • Agranulositler: Sitoplazmalarında sadece birkaç lizozom granülü bulunur.
  • Monosit : En büyük kan hücresidir. Monositler kemik iliğinden sonra geçtikleri dolaşım sisteminde kısa süre kalıp sonra dokulara geçerek doku makrofajlarına dönüşürler. Makrofajlar kendilerinden büyük yapıları sindirebilme özelliğine sahiptirler.
  • Lenfosit : T ve B hücreleri olmak üzere iki farklı tipi vardır. B lenfositler kemik iliğinde oluşurlar ve lenfoid dokularda toplanırlar. T lenfositler timusta aktifleşir. T ve B lenfositler vücudun savunma sistemini oluştururlar. Bu hücreler bakteri, virüs, doku ve kimyasal yıkıntıları yok ederler.

Kanın Temizlenmesi 


Vücuttan dönen kirli kan sağ atriuma, sağ atriumdan sağ ventriküle geçer, sağ ventrikülden de temizlenmek üzere pulmoner arterlerle akciğerlere taşınır. Akciğerlere ulaşan kan CO2 - O2 değişiminden sonra pulmoner venler vasıtası ile vücuda pompalanmak üzere sol atriuma, oradan sol ventriküle geri taşınır, sol ventrikülden de aorta vasıtası ile vücuda dağıtılır. Atrium ile ventrikül arasındaki akışlar, geri dönüşe izin vermeyen kapaklar tarafından kontrol edilmektedir. Kanın geri dönüşünü önleyen bu sistemler sayesinde dolaşım sistemi tek yönde hareket ederek normal akışını sürdürür.


Kalbin Kan İhtiyacı




Kalp, vücudun en fazla çalışan organıdır. Canlılığın devamı için sürekli olarak çalışması gereken kalp kasının görevini yerine getirebilmesi için enerji ihtiyacının karşılaması gerekir. Kalp beyinden sonra en fazla enerji gereksinmesi olan organdır. Kalp tüm vücuda pompaladığı kanın yaklaşık % 10’unu kendi enerji ihtiyacını karşılamak için kullanır.Ana atardamar olan aortdan çıkan ve kalbi besleyen taç şeklindeki damarlara koroner arterler denir. Aortun başlangıcından sağ ve sol olmak üzere iki koroner arter çıkar.

Trombositler 

Trombositler, kanın pıhtılaşmasında önemli göreve sahip olup, çok sayıda granül içeren renksiz hücre parçalarıdır. Megakaryosit denilen kemik iliğinin büyük hücrelerinin parçalarından oluşur. Ortalama 10 gün kadar yaşarlar. Ömrü dolan trombositler dalak ve karaciğerdeki makrofajlar tarafından yok edilir. Her gün yaklaşık 200 milyon trombosit üretilir. Trombositler birbirine ve bağ dokusu ipliği olan kollajene bağlanarak pıhtı oluşumunda rol oynarlar.

Kanın pıhtılaşması 

Homeostazın bozulmamasını sağlamak için, kan kaybının engellenmesi ve kanın pıhtılaşması gerekir. Herhangi bir şekilde damar kesilirse, damar duvarlarında bulunan düz kasların kasılmasıyla kan akışı yavaşlamaya başlar. Endotelial hücrelerin membranları yapışkan bir yapı kazanır.Plateletler (kan pıhtıları) bu yapışkan yüzeylere ve kollajen ipliklere tutunmaya başlarlar, sayıları artar ve kümeleşmeye bağlı olarak tıkaç oluştururlar. Son aşamada, kanda çözünmüş halde dolaşan fibrinojenin (pıhtılaşma faktörü) fibrin ipliklerine dönüşmesi ve platelet tıkaçlarının üstünü örtmesidir.Kanın pıhtılaşması için gerekli olan 12 tane pıhtılaşma faktöründen biri hariç hepsi proteindir. Bu faktörler kanın içinden ya da dışından olabilir. Kalsiyum iyonları pıhtılaşma mekanizmasının yaklaşık tüm basamaklarında rol oynar. K vitamini de pıhtılaşma mekanizmasında çok önemlidir.

Kan basıncı (tansiyon) 

Kanın damar duvarına yaptığı basınca tansiyon denir. Kan basıncı değerleri, kişinin dolaşım sistemi hakkında önemli bilgiler verir.Kan basıncı, sistolik ve diyastolik olmak üzere 2 rakam ile ölçülür. Sistolik kan basıncı kalbin atımı, diyastolik kan basıncı atımları arasındaki gevşemeyi gösterir.Normal bir erişkinde olması gereken kan basıncı değerler sistolik basınç 120 mmHg, diastolik basınç ise 80 mmHg şeklinde olmalıdır.Normal kan basıncı, sistolik kan basıncının 130 mmHg, diyastolik kan basıncının 85 mmHg’dan düşük olması olup, kan basıncı ölçümlerinin ortalamasının 140/90 mmHg’nın üzerinde olması yüksek kan basıncı ya da diğer adıyla hipertansiyon olarak isimlendirilir.

Kalp 


Temel görevi kanı vücuda pompalamak olan kalp, Metabolizma faaliyetleri sonucunda oluşan artık ürünlerin de vücuttan uzaklaştırılması, vücut ısısının düzenlenmesi, asit-baz dengesinin korunması, hormonlar ve enzimlerin vücudun gerekli bölgelerine taşınması gibi görevleri yapar. Kalp bu sistem içerisinde motor görevi yapar. Kalp insanda dakikada 60-80 çarpma arasında değişen bir hızla dakikada 5-35 litre arası, günlük ise 9000 litre kanı vücuda pompalar. Günde yaklaşık 100 bin, yılda 40 milyon, tüm insan hayatı boyunca yaklaşık 2,5 milyar kere, hiç durmadan yaklaşık 8 bin ton kanı vücuda pompalar. 
Normal bir kadında ortalama ağırlığı 200-280 gram, yetişkin bir erkekte ise 250-390 gram ağırlığındadır. Her kişinin kalbi kendi yumruğu büyüklüğündedir. Kalp ağrısı kalp üzerinde hissedilen ağrıya tıp dilinde prekardiyal ağrı denir. kalp ağrısı nefes darlığı ve şok ile görülürse; enfarktüs krizinden şüphe edilir. Bu gibi durumlarda hastayı fazla hareket ettirmemek, istirahat etmesini sağlamak ve doktora başvurmak gerekir. Kalbin ön kısmında devamlı olarak ağrı varsa; nedeni psikolojik olabilir. Kalp dolaşım sisteminin merkezi olup homeostazın sağlanabilmesi için gerekli olan kanı damarlar aracılığı ile tüm vücuda pompalar. Göğüs boşluğunun merkezinde, iki akciğer arasında yer alır ve sternuma (göğüs kemiği) göre 2/3 solda, 1/3 sağda bulunur.
Kalp ters çevrilmiş bir koni şeklindedir. Apeks denilen tepe kısmı aşağıda, basis denen taban kısmı ise yukardadır. Kalbi saran zar tabakasına perikard adı verilir. Kalp duvarı üç tabakadan meydana gelmiştir.
Epikard, yağla çevrili, kan damarlarının bulunduğu parlak ve kırmızımsı görülen en dış tabakasıdır.
Miyokard (kalp kası), kalbin pompa gibi çalışmasını sağlayan kas tabakasıdır.
Endokard, kalp boşluklarını ve kapakçıklarını saran, ince epitel tabakasından oluşmuş en iç tabakadır. Yaklaşık olarak kişinin yumruğu büyüklüğünde, içi boş, kastan oluşan bir organ olan kalp, septum denilen bir duvarla ortadan sağ ve sol olarak önce ikiye ayrılmıştır. Bunlar da tekrar üst ve alt olmak üzere ikiye bölünmüştür.Yani kalp toplam dört odacıktan oluşur.
Üst odacıklara atrium (kulakçık), alt odacıklara ventrikül (karıncık) adı verilir. Atrium ve ventriküller birer kapakla birbirinden ayrılırlar. Bu kalp kapakçıklarına atrioventriküler kapaklar adı verilir.
Sağ atrium ve sağ ventrikülü birbirinden ayıran kapağa triküspit, sol atrium ve sol ventrikülü birbirinden ayıran kapağa biküspid ya da mitral kapak adı verilir.
Kalbin sağ tarafı her zaman kirli kan, sol tarafı ise temiz kan taşır. Sağ kulakçık akciğerler haricinde diğer tüm organ, doku ve yapılardan gelen kanın toplandığı yerdir. Kanı getiren büyük toplardamarlar vena cava inferior ve vena cava superiordür. Buradaki kan triküspid kapaktan geçerek sağ karıncığa geçer.
Kirli kan sağ karıncıktan pulmoner arter ile akciğerlere temizlenmek üzere pompalanır. Sol kulakçıkta ise pulmoner venlerin getirdiği temiz kan bulunur. Buradan kan sol karıncığa geçer ve mitral kapak kapanarak kanın karıncıktan geri gelmesi engellenir.
Sol karıncık ise temiz kanı ana atardamar olan aort aracılığı ile tüm vücuda pompalar. 

Kalp Ritmi 


Kalbin tüm vücuda iletebilmesi için kanı basınçla fırlatması ve pompa gibi çalışması gerekir. Bunun için kalp kasları belli bir düzen içerisinde çalışarak kalp ile damarlar arasındaki akışı sağlar. Kalp odacıklarının kasılmasına (sistol) ve gevşemesine (diastol) bağlı olarak basınç değişiklikleri ortaya çıkar.


Kalp Hastalıkları 




Düzensiz bir hayat, yorgunluk, sinir bozuluğu, şiddetli romatizma veya doğuştan meydana gelen kalp hastalıklarında; daha geniş bir ifadeyle bütün kalp hastalıklarında aşağıdaki maddelere dikkat etmek gerekir. Sinirlenmeyin. Sigarayı bırakın. Şişmanlamamaya ve kilonuzu muhafaza etmeye çalışın. Fazla yorucu işler yapmayın. Uyku ve dinlenmenizi ihmal etmeyin. 



Koşmayın, acele etmeyin. Her gün bir öncekinden daha iyi olduğunuza inanın. Kabız olmamaya dikkat edin. Çürük dişleriniz varsa, tedavi ettirin. Fazla miktarda yağlı sığır veya koyun eti, sütlü şeyler yemeyin. Konserve, pastırma, salam, peynir, turşu, balık ve çikolata gibi şeyleri mümkün olduğunca azaltın. Yemeklere tuz koymayın. Yemeklerinizi mısırözü, ayçiçeği veya haşhaşyağı ile hazırlayın. Bol bol taze sebze ve meyve yiyin. Bol bol yoğurt yiyin.


Kalp Romatizması 



Romatizma, iyi tedavi edilmeyecek olursa; kalbin içindeki kapakçıklara yerleşir. Bu kapakçıklardan; en fazla mitral kapakçık etkilenir ve daralıp, sertleşir, büzülür. Daha çok kadınlarda görülen kalp romatizması sonucu ortaya çıkan hastalığa mitral darlığı veya mitral stenoz denir. Hastada nefes darlığı, kuru öksürük, sık sık soğuk alma, morarma, el ve ayaklarda üşüme ve yorgunluk görülür. Tedavinin ilk şartı üzülmemek, her gün bir öncekki günden daha iyi olduğuna inanmak ve doktorun tavsiyelerine uymaktır.

Kalp Yetmezliği 


Kalbin sağ, sol veya her iki karıncığının; içindeki kanı, her vuruşunda muntazaman boşaltamaması şeklinde ortaya çıkar. Üç şekilde görülür. Sol kalp Yetmezliği : Hastada nefes darlığı ve kuru öksürük vardır. Geceleri daha zor nefes alır. Çarpıntı, baygınlık ve terleme görülebilir. Buna kalp astımı adı verilir. Nedeni; aort veya mitral kapaklarının hastalanması veya koroner rahatsızlığıdır. Sağ kalp Yetmezliği : Hastanın ayak ve ayak bilekleri şişer. Buralara, parmakla bastırılınca bir süre çukur kalır. 

El, ayak ve yüzde morarmalar; hazımsızlık ve iştahsızlık görülür. Nedeni, mitral kapağı hastalığı, müzmin bronşit veya doğuştan olan kalp hastalığıdır. Kaonjestij kalp Hastalığı : Sağ ve sol kalp yetersizliği bir arada olduğu zaman görülür. Nedeni aort veya mitral kapaklarının hastalanması, müzmin bronşit veya akciğer hastalıkları, romatizma ve tiroid hastalıklarıdır. Aşağıdaki tavsiyelere uymak gerekir: Sigara içmeyin. Yemeklere fazla tuz koymayın. Uykularınızı ihmal etmeyin. İstirahat edin ama devamlı olarak yatmayın. Sinirlenmeyin, üzülmeyin, her şeyi kendinize dert etmeyin.

Normal kalp atışları 0 - 1 yaşları arasında; dakikada 120-140 1 - 3 yaşları arasında; dakikada 90-120 3 - 7 yaşları arasında; dakikada 90- 100 7 - 20 yaşları arasında; dakikada 80 - 90 20 yaşından sonra; dakikada 60-80 arasında değişir. Her yaş grubunda; normal atışın 1 fazlası; kalbin hızlı attığını gösterir. Kalbin atışları, göğüsten, kücük kemiği üzerindeki nabızdan veya el bileğinin dış kısmında, kemikle kiriş arasındaki yerden sayılabilir. 



Taşikardi; her zaman kalp hastalığının belirtisi değildir. Çünkü koşmak, sindirilmesi güç şeyler yemek, heyecanlanmak, sigara, içki, çay, kahve içmek, zehirlenmek, bazı ilaçlar ve kadınların aybaşı halleri taşikardiye neden olabilir. Bu çeşit taşikardi, nedenin ortadan kalkmasıyla geçer. Ancak kalp hastalıkları, böbrek hastalıkları, ateşli hastalıklar ve zehirlenmeler de taşikardi yapar. Bu nedenle, doktora başvurmak gerekir.


Aort 


kalpten çıkan, vücudun en büyük damarı, kalpten çıktıktan sonraki kavisli bölümüne arcus aorta, göğüs kafesi içersinde seyreden kısmına torasik aorta ve karın içersinde seyreden bölümüne de abdominal aorta denir.

Damar Sertliği 


İnsan ve bitkilerde içinde besleyici sıvıların dolaştığı borulara «damar» denir. Hayvanlarda ve insanlarda kan ve lenfa damarları, bitkilerde de özsu damarları bulunur. Bizde ki kan damarlarının bir kısmının veya tamamının sertleşmesi sonucu, esnekliklerini keybetmesine; halk arasında damar kireçlenmesi tıp dilinde ise Arterio Skleroz veya Atheremo denir. 

Nedeni, kan damarlarının iç kısımlardaki hücrelerin esnekliğini kaybedip, zayıflaması veya kandaki yağlı maddelerin birikinti yaparak, damarı darlaştırmasıdır. Belirtileri baş dönmesi, baş ağrısı, titreme, yürürken sendeleme, düşünme ve öğrenme gücünde zayıflama, sinirlilik veya damarın sertleştiği bölgelerde ağrılar görülür. 
İlk belirtiler görüldüğünde önlem alınacak olursa, korkulacak bir şey yoktur. Hastanın neşe ve cesaretini kaybetmemesi ve doktorun tavsiyelerini yerine getirmesi iyileşmede atılacak ilk önemli adımdır. damar sertliği teşhisi konan kimse, perhiz yapmalı, alkol ve sigara gibi keyif verici maddeleri bırakmalı, yumurta, tereyağı ve benzeri yiyecekleri terk etmeli, tuzu da azaltmalıdır. Ayak damarlarında meydana gelebilecek herhangi bir hastalığı önlemek için de dar ayakkabı giymekten kaçınmalıdır.


Yazımız burada sona ermektedir, Umarım sizler için yeterli güncel bilgileri akatarabilmişizdir, başka bir konu başlığında görüşmek üzere sağlıcakla kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder